TUNA BOYLARINDA

Anneciğim, Bunca yıl hep beni yazarım… Bilmem ki kaç yıl geçti, benimin üzerinden? Ben, beni bildim bileli derim, bunca geçen zamandan sonra… Ve eklerim, sanki benimi, o yaşta bildiğimi bilmiş gibi… İşte o, bilmiş benle derim ki; “altı yaşından beri yazarım”…

TUNA BOYLARINDA

Oysa ki, oysa ki anne hatırlamıyorum ki ben; ben ne zaman ben oldum?

Ama kendimden çok seni hatırlıyorum, seni hissediyorum; her geçen ân ömür denen sermayemi tüketirken… Hayatımda her şey yavaş yavaş tükeniyor. Bir tek sen, sen tükenmiyorsun anne… Benimin tükendiği her demde yerime sen geçiyorsun… Sen geçiyorsun, ân be ân içimde çoğalarak…

En çok seni hatırlıyorum; hatıralarını yaşatıyorum kendi benliğimden geçercesine… Ne zaman yazdığımı hatırlamasam, ne gam? Ben her ân, senin beninden bir parça olduğumu ve her nefesimde seninle var olduğumu, çoğaldığımı biliyorum ya…

Çocukluğumun geçtiği o mahrumiyet illerinde, senin beninin hikâyesini senden dinledim hep… Neler aksettirmedin ki seni hayranlıkla dinleyen, “yalnızca senin nefesini nakşeden” şu küçücük yüreğime? O uzun kış gecelerinde, kurtların diz boyu karları aşıp da evimizin yakınına kadar gelerek, elektriğin olmadığı o ücra köşelerde gözlerini aydınlatma lambaları gibi bizim eve diktikleri zamanlar olurdu ya! İşte öylesi gecelerde, vazifesi başına giden babamın yokluğunu bana belli etmemek için, kendi yüreğinin korkusunu çocukluk anılarına saklayarak, beni az mı masalla gerçeğin harmanlandığı düş dolu dünyalarına götürmüştün? Neler paylaşmadın ki ömrün boyunca benimle? En iç karartıcı anlarda şen kahkahalarınla evin kederini bir anda neşeye çevirirdin… Ben de hayatımın her nefesinde işte bunu deniyorum… Tıpkı senin kahkahaların, tıpkı senin hikayelerin gibi… Ama sanki…

Mürekkep yalamış babamın Sırp-Hırvat grameri ile boğuşmaktan “öz”ü ve “insan olmanın o tatlı olağanlığını” anlatamayışına oluşturduğun o temiz ve gizemli tezatla; senin yalnızca yüreğinden süzülen; çocukluğun ve genç kızlığın boyunca baba ocağında sizlerle bir aylarca kalan Bosna’dan yeni göçmüş ailelerden öğrendiğin, o farklı ama bir o kadar da bizden hayatları da paylaşırdın bizimle… Biz çocuklarının bilmediği ama “oralardan” olduğumuzu hep bildiğimiz Tuna Boylarındaki hikâyeleri dinlemek, nasıl da huşu verirdi benliğimize? Hikâyeleri dinledikçe, bizden olan kıymetli parçaların ellerimize, yüreklerimize bırakıldığını hisseder ve hikâyelere tüm benliğimizle sahip çıkardık… Büyükbabam ve babam, biz Boşnakların tarihini bize sık sık anlatırdı ama senin gözlerinle şahit olduğun “canlı tarihler”den çocukluk, gençlik, kadınlık, eşlik, annelik silsilesinde çığ gibi büyüyen yüreğinin, hep yeni yorumlarla ve hep yeni güzelliklerle eklenen billur pencerelerinden yansıyan Bosna’yı bize aktarışının lezzeti hâlâ içimde… Bosna’yı ve Tuna Boylarını bana gösterdiğin o yürek penceresinin kanatlarını aralayarak, ben de görüyorum anne… Hem de biliyor musun; her geçen yıl biraz daha net görüyorum.Ve bak şimdi söylüyorum; yüreğim büyüdükçe o kıyılara giderek yaklaşıyorum…

Yandığım birçok şey var anne, hissediyor musun? Evet, kızarsın şimdi bana? Ben sana öğretmedim mi “en yanık anında şen kahkahaların çınlayacak bu mavi gökte” diye… Ve ekleyeceksin: “Yoksa, unuttun mu kızım; her şey yüreğin gücünde!”… Sakın darılma anne… Ben de senin gibi gülüyorum hayatta… Hem de hayatın tüm renklerini göğüsleyebilecek bir yüreği de hayat yolumda hep yanımda taşıyarak…Yandığım o değil… Keşke senden duyduğum bütün hikâyeleri (Bak, hâlâ hikâye diyorum onlara; çocukluğunun ve Tuna Boylarının tüm yaşayan gerçeklerini ) duyduğum anda kağıtlara aktarsaydım… Ben, en büyük hazineyi kayda geçirmeyi unutmuşum anne. Yanarım, yanarım da, ona yanarım… Sonra da, hiç sıkılmadan diyorum ki “ben kendimi bildim bileli” yazarım… Ben kendimi bütünleyememişim, tam bilememişim; Tuna Boylarına erememişim ki, anne! Bir de yazmaktan söz ederim…Yok hayır! Böyle hayıflanmak bize yakışmıyor. Sen bana yüreği, hayatı, hikâyeyi ve nehri böyle öğretmedin…

Tamam, sözünü dinleyeceğim ve hiç ağlamadan, gökyüzüne açılan bana emanet ettiğin yürek penceremle sensizliğime ve Tuna’ya varamayışıma teselli olan, belki de “ o gerçeklere varabileceğime en anlamlı işaret olan” bir anımı paylaşacağım seninle… Belki bu anımı duyunca şen kahkahalarını Tuna Boylarından yine duyarım…

İkiz kızlarımdan sonra anne olmanın heyecanını bir kez daha tatmıştım. Hiç gözümü kırpmadan da, sekiz yıl dişimle tırnağımla kendime ait rahat bir çalışma ortamı yakaladığım okulu bırakıp evime yakın bir meslek lisesine gelivermiştim. Eee, anne olmak kolay mıydı; öğretmenlik rafa kalkmalıydı. Öyle de yaptım anne. İki senem meslek lisesinde geçti. Oğlum iki yaşını biraz geçince yine ani bir kararla okul değiştirdim, herkesin şaşkın bakışları arasında. Yeni okulumun en güzel taraflarından biri de, okulun tam karşısındaki kitabeviydi. Düşünebiliyor musun anne? Okuldan çıkan ben ilk anda karşımda bir kitabevi görüyordum artık. Her gün uğruyordum kitapçıya. Uzun bir süre, içeri girip de kitapları tek tek inceledim; kimi kitapların ön ya da arka sayfasını, kimi kitaplarınsa beş on sayfasını ayak üstü çabucak okudum. Fakat o sıralar kitaba ayırabilecek fazladan param yoktu. Mahsun mahsun bakıyordum kitaplara. Onlara bu kadar yakın olmak ama onlara ulaşamamak… Ne demektir, bilir misin anne? (Şu benim sorduğum soruya bakın şimdi. Elbette, böylesi bir duyguyu iyi bilirsin anne…)

Zaman içinde kitabevi sahibi Tarık Beyle de kitaplardan sohbet eder olduk; Edebiyat öğretmeni olduğumu, üç çocuk annesi olduğumu öğrendi; kitaplara aşık olduğumu da keşfetti, zamanla…Kitapların yanına kadar gidiyor, onları okuyor ama onları alamıyordum…Ne azaptı benim için…Tarık Bey, birçok tanıdık müşterisine veresiye için defter açmıştı; görüyordum. Fakat ben asla “şu kitapları alıyorum, deftere yazın da ay başında parasını veririm” diyemezdim ki… Hayatımda, ailemde hiç böyle bir şey görmemiştim ki… Nasıl yapardım bunu? Tarık Bey, birkaç defa en saygılı üslubu ile “daha sonra ödeyebilirsiniz” der gibi oldu, onu hiç duymadım anne…Ta ki…

Dedim ya, senin dilinden, insanın ruhuna işleyen Bosna Hikâyeleri ile büyüdüm ben anne…Bir de tabii, babamın tarih, felsefe ve edebiyatla yoğrulmuş kütüphanesiyle… Hatta, çok iyi hatırlıyorum; ilk ezberlediğim şiirlerimi de senden öğrendim ben… Bir de, yıllar yıllar ötesinden yüreğime çakılan, senin okuduğun bir kitap var ki; onun ismi seni, beni, hikayeleri, nehirleri, Tuna’yı ve Bosna’yı birbirine bağlıyor… Senin dilinden dökülen düş-masal karışımı hikâyelerimiz, seninle benim bir rüyada birleşen yüreğimiz o kitabın ismiyle gerçeğe ve sonsuzluğa uzanıyor. Her fırsatta hep aynı şeyi söylerdin: “İvo Andriç’in “Drina Köprüsü” beni çok, ama pek çok etkiledi…” Bütün ömrümde bu sözlerin çınladı kulaklarımda...O kadar çok tekrarladın ki bu kitabın adını bize; o kitap da, benim düşlerimin gerçek kahramanı oldu bir anda…Hatta daha da ileri gittim zaman içinde; o kitap sen demektin, senin bana taşıdığın Bosna demekti, Bosna’da Tuna’nın kollarına yaslanmış köprü demekti, benim için…Şimdi o kadar uzakta kaldı ki; kitabın içeriğini de biz çocukken bize anlatmış mıydın? Doğrusu şimdiki aklımla hatırla(ya)mıyorum…Fakat o kitap benliğime öyle yerleşti ki; bu “gerçeği” benden koparmak çok zor…

İşte yine Tarık Bey’in kitabevindeyim o gün… Kitaplar arasında dolaşıyorum; bir yanım neşe ve bir yanım hüzün, benliğimde yerini almış her zamanki gibi… Kitapları okuyorum ama okuduğum kitaplar benim olamıyor… Üzülüyorum… Birkaç kitaptan sonra…Yerimde çakılıp kalıyorum…Olamaz, olamaz bu…Bütün mazim, bütün benliğim, bütün Bosna’m, bütün nehrim, bütün geleceğim, senin bütün bütün sen kokan hayatın, bütün anlattıkların ve bütün öğrettiklerin önümde ışıl ışıl çağlayan olmuş akıyor anne… Seviniyorum ve sevinirken sessiz sessiz ağlıyorum… Elim, büyük bir hızla kitap rafına doğru gidiyor ve “hayatımızın Tuna Boylarından kopup gelen gerçeğine” uzanıyorum bir anda…O kadar heyecanlıyım ki… O kadar sevinçliyim ki…O kadar şaşkınım ki… Ne yapacağım şimdi ben Ya Rabbim?.. Bu kitaba ulaşmalıyım. Bu kitap benim olmalı. Bu, “benim” çünkü.” İvo Andriç’in “Drina Köprüsü” kollarımın arasında sımsıkı dururken kaç dakika geçmiş? Farkında değilim… Taaa uzaklardan Tarık Bey’in dudaklarını kıpırdattığını görüyorum, ıslanan kirpiklerimin arasından, yalnızca: “Ki-ta-bı al-ın Ho-ca Ha-nım… Ben def-te-re ya-zı-yo-rum…” Teşekkürler Tarık Bey…O kadar mutluyum ki…Tuna Boylarının, annem kokan o nehrin benim için anlamını bir bilseniz…Teşekkür ederim…"

Anne! O gün bugündür ben, Drina Köprüsü’nün üstündeyim… İçimde akan ırmak Tuna’nın bir kolu; biliyorum… Kitabım da yanımda…Gerçekten… Ben de çocuklarıma gerçek hikâyeler anlatıyorum… Ama şimdi bir parça daha akıllandım; gerçek hikâyeleri yazıyorum. Yazacağım da; sıcağı sıcağına… Kitaplar okuyorum onlara… Şiirler öğretiyorum… Şiir dedim de… Anneannesi, Mirza bana bir şiir yazmış bugün için… Bana dedi ki: Bu şiiri, köprüden anneanneme okur musun anne?” Okumaz mıyım? Yüreği kırar mıyım hiç?Sen bizi duyuyorsun anne! Ben seni duymaz mıyım? Senin içimize kattığın nehirle çağlamaz mıyım? Tuna Nehrine koşmaz mıyım? Senden aldığım sevgiyle, şiir olup çocuklarıma taşmaz mıyım?Seni Mirza’nın şiiri ile baş başa bırakmadan önce, bir şey daha söyleyeyim sana anne. Bu sabah bir düş gördüm… Ama hani derler ya “sanki gerçek gibi…” İşte, öylesi bir düştü… Ben Tuna nehrinin yanına kadar gelmiştim. Geceydi ama ay ışığı vardı, her şeyi aydınlatan. Drina köprüsünden nehrin yanına indim ve ayaklarımı nehir sularına bıraktım… Sakın üzülme anne… Aksine sevin… Ben nehrimi buldum anne. Ben nehrimi buldum ve kitabıma kavuştum… Sen, huzur içinde uyu…Yüreğin bizi ve nehri duysun…

AnnemBazen değişik gelir bana, Sanki gül gibi görürümYanında kalbim küt küt atarYine de onun için ölürümBen sevgiyi görürüm anneSenin yanında bu çok rahatSenin için dünyaları aşarımSevginin ayrı kalması kabahatYanımda değerli taşlarHepsini çöpe atarım benBunlar değerli değil ki!Her şeyin yerine seni sararım

Mirza Melikhan Bak gördün mü? Nesiller boyu aynı nehir akıyor işte; yürekler dolusu… Sakın, gözün arkada kalmasın, yüreğine şebnem düşmesin anne! Düşlerime sahip çıkacağım… Drina köprüsüne de, Tuna Nehri’ne de… Hiç şüphen olmasın. Hikayelerle, şiirlerle yoğrulan hayatıma da sahip çıkacağım… Çünkü onlar, benimin en büyük gerçeği…Ve hepsini, bu nehre yazacağım anne!

YASEMİN KORGAN. Bir süre kalsın

‘Beraber çalıştığımız dönemde, işveren ve işçi olmanın ötesinde, birlikte çok güzel işlere imza atarken çalışkan, pratik düşünen, aktif ve başarılı olduğunu iyi bildiğim Yasemin KORGAN’ın ileride istediği her alanda başarılı olacağına olan inancım her daim vardır.’ ( Cemil ?

‘Yeni şeyler öğrenmeye açık, daima merak eden; yapılacak iş ve insanlar hakkında hiçbir zaman olumsuz düşünmeyen, her zaman pratik çözümleri olan ve hayata olumlu bakan bir insandır; Yasemin KORGAN.’ ( Bilkent?

'Yasemin KORGAN, aklına koyduğunu yürek pusulası ile yolculuğa çıkaran ve hedef limanına başarı ile ulaşan; mücadeleci, girişimci ruhlu bir iş kadınıdır. Yolu her daim açık olsun.'

(Rana İslam Değirmenci – Eğitimci -YAZAR / Yönetim

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER